Cuma, Haziran 26

Haftasonu Tavsiyesi: My Sassy Girl

Günümüzde piyasada en çok yankı uyandıran film türlerinden birisi de tabii ki 'romantik komedi'. Geniş bir seyirci kitlesine hitap etmesi, az bütçe gerektirmesi, popülaritesinin uzun bir zaman aralığını kaplayabilme şansının yüksek olması gibi nedenler romantik komedi türünün avantajlarının başında geliyor yapımcılar için. Hal böyleyken ortalık romantik komedi türünden filmlerle dolup taşabiliyor, doğal olarak. Bu romantik komedi bolluğunda, belli başlı yönetmenlerin yapımları haricindekiler birer fiyasko niteliği taşıyor. Her ne kadar vizyona girdiklerinde belli bir gişe hasılatını garantileseler bile, uzun ömürlü bir yapıt olmaları bu kadar kolay olamıyor.Hepimizin bildiği gibi, dünya sinema sektörünün kalbi Amerika'da, Hollywood'da atar. En kaliteli yapımlar oradan çıkmıştır çünkü. Ya da öyle gösterilir. Oysa ki Hollywood'un şansı, Amerika'nın sinema sektörü olmasıdır. Başarılı görünen bir çok yapıtın arkasında bilinmedik, ya da göze çarpmayan gerçekler yatabilir. Örneğin bir kaç sene öncesinde en iyi film dalında oscara layık görülen Köstebek / The Departed, aslında uzakdoğuya ait bir yapımın Amerikan uyarlamasıdır. Ya da dikkati çekmek isteyen bazı yönetmenler, filmlerini Hollywood çatısı altında kayda alırlar, Hollywood starları kullanırlar, Wanted'in yönetmeni Timur Bekmambetov gibi.
Herneyse, lafı fazla uzatmadan sadede gelelim, isimlerle kafaları fazlasıyla karıştırmamak lazım. Hollywood'un bu akıllı çalma-kopyalama-pazarlama teknikleri farklı bölgelerden bir çok filmin arka planda kalmasına sebep olabiliyor bazen. Özellikle uzakdoğu yapımı filmler dış piyasalarında hakettikleri ilgiyi bulamayabiliyorlar. Ya da fazla dikkat çekerlerse Amerikanlar icabına bakıyor. Farzı-ı misal bir arkadaşıma Kore yapımı bir filmi tavsiye ettiğimde "Ne acelesi var, bu kadar iyiyse zaten Amerikanlar yeniden çeker, o zaman izlerim." dediğini hatırlıyorum. Bu bile anlatmaya çalıştığım şeyi çok güzel örnekliyor.
Peki ben ne anlatmaya çalışıyorum? Bir film tavsiye edecek, kısa bir tanıtım yazısı yazacaktım, nerden girip nerden çıkmışım ben de anlayamadım. İşin aslı bütün bu duygularım tavsiye edeceğim filmin de Amerikanlar tarafından 2008 yılında yeniden çekilmesiyle depreşti sanırım. Bu sefer haftasonu tavsiyesi olarak seçtiğim film 2001 yapımı bir romantik komedi: My Sassy Girl (Yeopgijeogin geunyeo / Hırçın Sevgilim).Film, standart bir hayat süren kolej öğrencisi Kyun-woo ile 'hırçın' sevgilisi Ji-hyun Jun arasında geçenleri konu alıyor geneline bakıldığında. Ancak onların ilişkisi pek de sıradan bir ilişki değil maalesef. Herşey, bir öğrenci hayatı süren Kyun-woo'nun metro yolculuğu sırasında, aşırı alkol alıp kendinden geçerek bayılan Ji-hyun Jun'u tanımasıyla ve kurtarmasıyla başlıyor. Tabii ki işler Kyun-woo için bu kadar da kolay olmuyor. Zira hırçınlığı, asabiliği ve inatçılığıyla tam bir 'kapalı kutu' olan Ji-hyun Jun onun başına türlü türlü işler açıyor. Kyun-woo ise tüm bunlara dayanıyor ve onunla birlikte olmayı başarıyor. Zaman geçtikçe ve ilişkileri ciddileştikçe birtakım engeller boy göstermeye başlıyor ve komedi ağırlıklı ilerleyen film romantizme doğru yavaş yavaş kayıyor. Tüm bu olaylar gerçekleşirken, Kyun-woo'ya özellikle dış dünyasında, Ji-hyun Jun'a ise iç aleminde bu ilişkinin zorluklarıyla başa çıkmak düşüyor.Hırçınlığının ve huysuzluğunun altında geçmişe dair acı verici ve dramatik anıları barındıran Ji-hyun Jun ile herşeye rağmen onunla olmak için çabalayan Kyun-woo'nun başrolü oynadığı bu hikaye boyunca film, seyirciye, komedinin altına gizlenmiş romantizmi ve hatta yer yer dramı yaşatmayı başarıyor. Kendi içinde oluşturduğu ufak hikayeler ve birbirinine ağır ağır bağlanan merak uyandırıcı semboller de filmin sürükleyiciliğini de arttırıyor. Bu bağlamda seyirciye eşsiz bir seyir keyfi sunan film, hem akıllı mizah anlayışı ile seyirciye kahkaha dolu dakikalar sunabiliyorken hem de içindeki duygu yüküyle derin izler bırakabiliyor.
Not: Şimdi baktım da filmden öyle bir bahsetmişim ki film dram ve romantizm yüklü gibi duruyor, aldanmayın, son yarım saatine kadar komedi ağırlıklı aslında. Fragmanı izleyin en iyisi.

Cuma, Haziran 19

Haftasonu Tavsiyesi: Charade

Blogu tekrar açmamın şerefine yeni yeni adetler edineceğim artık. Bunlardan ilkini sizinle tanıştırmış bulunuyorum: Haftasonu Tavsiyesi. Evet, artık bir terslik olmazsa her haftasonu için bir film tavsiyesinde bulunacağım.
İlk haftasonu tavsiyem olacak film 1963 yapımı. Biraz eski, ama bulup izleyebilirseniz çok keyif alacağınızı düşünüyorum: Charade.

Charade, benim öncelikli olarak daha önce performansını izleme fırsatı bulamadığım meşhur Hollywood yıldızlarından Audrey Hepburn'ün performansını görme ümidiyle izlemeye niyetlendiğim bir filmdi. Ancak diğer yandan tereddüt de ediyordum izlemekte, zira eski yapımlara her daim mesafeli durmaya çalışmışımdır. Eski yapımlar, yapıldıkları döneme her ne kadar damga vurduysalar da, günümüzde onlardan beslenen çoğu film bize eski yapımlarda sıradışı bulgulara rastlama şansı sunmaz pek. Öyle ya, 1960 yılında dönemin insanlarını çılgına çeviren yeni teknikler, ya da sinemografik açıdan alışılmışın dışında sunulan şeyler, günümüze dair birer 'klişe' konumunda olabiliyor bazen maalesef.Bu karmaşık duygular içerisinde, çekingen bir şekilde açtım filmi, en başta "başına bir göz atarım, hoşuma giderse sonra devam ederim" gibi pervasız bir düşünce vardı kafamda dürüst olmak gerekirse. Ancak film, daha giriş bölümünden itibaren etkisi altına aldı beni, ilerledikçe de şaşırtmayı başardı.
Yazının sonunda izleyebileceğiniz fragmanda da gösterildiği gibi, Charade, gizem, komedi ve romantizmi harmanlayarak seyirciye sunan bir film. Bu yaptığı işin hakkını verdiğini de söyleyebilirim gönül rahatlığıyla. Evliliğinden memnun olmayıp en kısa zamanda boşanmayı planlayan bir kadının, Regina Lampert'in (Audrey Hepburn), eşinden yeni boşanmış bir adamla, Peter Joshua'yla (Cary Grant) tanışmasıyla başlar film. Daha sonra tatilden dönen Bayan Regina'yı evinde bir takım sürprizler beklemekte, gizem dolu olaylar gerçekleşmeye başlamaktadır. Tüm bu gizemin içinde de hayatına Bay Peter dahil olur Bayan Regina'nın. Filmse bundan sonrasında birbiri ardına gerçekleşen şüphe dolu olayları komik ve romantik bir havada servis ederek ilerlemeye devam eder.
Atmosferinde geçireceğiniz 2 saat boyunca film sizi zaman zaman güldürür, zaman zaman meraklandırır, bazense romantizm havası yaşatır size. Sonralarıysa her hatırladığınızda yüzünüze ufak da olsa bir gülümseme getirecek olan bu film, modern tabirle "Romantik Komedi" türünün atalarından biri kabul edilebilir.

Perşembe, Haziran 18

Inglourious Basterds Poster

Tarantino'nu savaş film Inglourious Basterds'in son yayımlanan posteri. Yüksek çözünürlüklü, üzerine tıklayıp büyük versiyonuna ulaşabilirsiniz. Şu sağdaki Alman tipli Alman var ya(Til Schweiger), kariyeri yükselişe geçti. İnceleme odasına aldım, yakında üzerine düşeriz. Soldakinin ismini söylesem mideniz bulanır mı bilmiyorum. Eli Roth. Kanlı bıçaklı testereli çakmaklı "Otel" filmlerinin yönetmeni. Psikopattır biraz Tarantino gibi.

Aman Aman

Eva Green ablam sen ne yaptın yahu? Toparla biraz kendini yakışıyor mu hiç sana. Nerde o Cennetin Krallığı'ndaki, Casino Royale'deki Eva Green? Daha yaşın 30'a varmamış yapma böyle lütfen. Kozmetik seti yolluyorum bak kullan hemen faydasını görürsün.

Çarşamba, Haziran 17

Sinema Vesaire: Bir Blogun Yeniden Doğuşu

5 Aralık 2008'de, Söylemeden Duramadım isimli blogu açmıştım, Hoffenheim - Bayern Münih maçından hemen sonra. SD'de, futbol ve sinema üzerine yazıyordum çoğunlukla. Çünkü ben hem koyu bir Galatasaray taraftarı ve futbol takipçisi, hem de sıkı bir sinema izleyicisiydim. SD'de, 3 ay boyunca sinema ve futbol karışık yazmaya devam ettim. Fakat bu 3 ayda farkettim ki, hem sinema hem de futbol seven/takip eden okur sayım oldukça azdı. Bir kısmı sadece futbol seviyor sinemayı az-çok takip ediyor ya da hiç etmiyordu, diğer kısmıysa tam tersi.
Bunun farkındalığı beni sinema yazılarımı 2. bir bloga taşımaya itti, hatta o vakit işi abartıp sinema ve futbol dışında kalan görüş ve tecrübelerimi , çoğunlukla teknoloji ve mesleğim bilgisayar hakkında olanları da yazmak için 3. bir blog açtım. 3 blogu açtığım zaman, o anki gazla hepsine yazarım diyordum, ancak olmadı. Özellikle okulun verdiği yoğunluk bana doğru dürüst futbol yazma fırsatı bile tanımadı. Dolayısıyla, 3. blogu kapattım, bu bloga da yaklaşık iki aydır yazmıyordum. Ancak, artık sanırım sinema yazmaya devam etmenin zamanı geldi. Özellikle futbolu özlediğimiz şu günlerde. Bu yeniden doğuş doğrultusunda blogun ismini daha kolay hatırlanabilir ve daha mantıklı bir şekilde değiştirdim: Sinema Vesaire. Sinemaya meraklı, yakından uzaktan takip eden herkes uğrayabilir, burada sinema haberlerini, klasik ve yeni filmere ait kritikleri, oyuncu incelemelerini vesaire bulabileceksiniz bundan sonra. Hayırlı olsun.