Lise çağındaki ergen gençlerin hayatını konu alan filmler her zaman üzerine doğru bir şekilde düşerek başarılı olabileceği birtakım konuların mirasçısıdır. Ebeveyn-çocuk çatışmaları, gençlik hayalleri, acemi sevdalar gibi bu konular, filme çeşitli duyguları barındırarak seyirciyi etkilemesi için sağlam bir altyapı hazırlarlar.
Bu seneki Oscar adayları listesinde en iyi film, en iyi kadın oyuncu ve en iyi uyarlama senaryo olmak üzere 3 dala ismini yazdırmayı başaran An Education da, bu türden bir film.
Filmde, prestijli bir lisede öğrenim hayatını sürdüren ve Oxford'a girme hakkını elde etmeye çabalayan Jenny'nin (Carey Mulligan) başından geçen bir aşk macerası anlatılıyor.
Latince hariç tüm derslerinde sınıfındaki en başarılı öğrenci olan Jenny, bir gün yağmurlu bir havada, kendisinden yaşça biraz daha büyük olan David(Peter Sarsgaard) tarafından arabayla evine bırakılır. Daha sonra David'le yolları bir kaç kez daha kesişir ve Jenny'nin anne-babasının da gözüne girmeyi başaran bu adam, Jenny'yi hayal bile edemeceği kadar güzel ve eğlenceli bir hayatın içine çeker. Jenny, bu rüyanın etkisiyle kısa süre önce kurduğu ve uğrunda çaba sarfettiği hayallerini tekrar sorgular ve hayatını yaşamak için çizdiği yolun doğrultularını değiştirmeye başlar. Ancak David'in, kendi hayatı hakkında örtbas ettiği bazı gerçekler vardır ve bunlar Jenny'yi kısa zamanda tekrar zor kararlar almaya itecektir.
Dünya çapında büyük ilgi gören ve beğeni toplayan An Education, benim adıma bir hayal kırıklığı oldu maalesef. Müzikleriyle, yakın çağın İngilteresi'ne ait atmosferiyle, hatta İngiliz aksanıyla ve gençlik yaşantısına ait birtakım değerleri yargılayışıyla konuya iyi bir giriş yapan film, ilk yarısında filmin geri kalanı için de önemli bir altyapı hazırlamayı başarıyor aslında. Ancak bir noktadan sonra bu altyapıyı yeterince kullanmasını bilemiyor ve sığ bir olay örgüsünde tahmin edilebilir bir hal alıyor.
Film boyunca yeterli bir biçimde yansıtılan aile için küçük çatışmalar ve genç kız hayalleri, çok kolay yön değiştiriyor ve bu değişimlerdeki ucuzluk, filmin etkileyicilikten çıkmasına sebep oluyor. Zaman zaman orta halli bir aile kızı-kıza düşkün, zengin ve ferah bir hayatın erkeği tiplemesiyle eski Yeşilçam filmlerini andırması, ortaya koyduğu sahnelerin bu kültüre tanıdık olanları etkilemesine yetmiyor filmin.
Öte yandan Carey Mulligan'a hem tip, hem giyim kuşam itibariyle yeni nesil bir Audrey Hepburn havası vermek biz Audrey hayranları için filmi daha itici bir hale getirmekten öteye gidemiyor. Oyuncuların performansları ve giyimler ile sahne dekorları filmin ihtiyacı olan havayı vermeye yeterli olsa dahi bu ayrıntı gözden kaçmıyor. Performanslardan bahsetmişken okul müdiresi rolündeki Emma Thompson'un performansı kısa olmasına rağmen belki de filme dair en etkileyici olan şeydi. Bana kalırsa müdire karakterine ya da Thompson'a filmde daha çok yer verilebilirdi.
Sonuç itibariyle iyi başlayan, ama olayların sonunu kötü getiren bir film. Bence hem Dünya'da, hem ülkemizde abartıldı ve çevremde gördüğüm kadarıyla Up In The Air'e gösterilmesi gereken ilginin bu filme gösteriliyor olması beni gerçekten üzdü.
Film için Sinema Vesaire notu: C+
Dune: Prophecy – Üstümüz Başımız Yine Baharat!
2 saat önce
1 Yorum - Yorum Yaz:
Allah tan filmi övenlerle bu yazı dizisinden önce karşılaşmadım :)
Yorum Gönder