Fargo(1996), The Big Lebowski(Büyük Lebowski)(1998), O Brother, Where Art Thou?(Nerdesin Be Birader)(2000), No Country For Old Men(İhtiyarlara Yer Yok)(2007)...
Coenler, Hollywood'un altın yumurtlayan tavukları tabiri caizse. 4 Oscarları, 3 Adaylıkları var, sondan bir önceki filmleri No country For Old Men Akademi'den 4 Oscarla taçlandırıldı, Arada çerez niyetine verilen Altın küre, Bafta, Eddie... ödüllerini saymıyorum bile.
Abi kardeş yazıyor yönetiyorlar, bağımsız ve özgün bir stilleri var. Politik, siyasi ya da sosyal bir mesaj peşinde değiller, sanatı sanat için yapıyorlar.(Ben de kullandım sonunda bu tabiri)
Absürd komediyse en kralı, gerilimse en babası onlarda. Klişeleri aşarak farklı yapıtlar ortaya koymanın klişeleşmeye doğru ilerlediği bu dönemde, herhalde klişeleri aşıp da bu akıntıya kapılmadan tam anlamıyla özgün yapıtlar ortaya koyabilen yegane yönetmenlerden Coenler.
Kendileriyle The Big Lebowski aracılığıyla tanıştım, Fargo'da muhabbetimiz ilerleri; The Man Who Wasn't There'de daha iyi anladım, No Country For Old Men'de deyim yerindeyse -ki yerinde- Coenci oldum tam anlamıyla.
No Country For Old Men üzerine çok konuşuldu, bizim ülkemizde bile. Bile diyorum çünkü bu işin fabrikası Amerika'da, ve bizim endüstrimizden ortaya çıkan yapıtları görünce arada okyanuslar denizler değil gezegenler varmış gibi hissediyor insan ister istemez.
Her şeyden anlayan ancak şahsıma özünde hiç birşeyden anlamadığı izlenimini veren Hıncal Uluç'un eleştirisi çok yankı yapmıştı film 4 Oscar'ı götürdükten sonra.
Yahu "Hıncal Abi", Kendi akademin 7 kıtaya nam saldı da el alemin akademisine mi sövüyorsun sana saçma gelen bir filme 4 oscar verdiler diye? Yollayalım Recep Abi'yi de en iyi yabancı film Oscar'ını kapsın getirsin. Ne de olsa bu ülkenin gişe hasılatını elinde tutuyor.
No Country For Old Men'i tekrar izleme fırsatı bulursam eleştirisini yazmak da isterim, eminim izleyenlerin çoğu beğenmedi filmi; belki onların gözünden kaçanlar çarpmıştır bizim gözümüze.
Coen'ler aldıkları 4 Oscar'ın kırkı çıkmadan karşımıza yeni bir "absürd komedi"yle geldiler 2008'de. Tarihe bakıp 1 yıl geçmiş demeyin, o kadar da çok geçmedi filmin üzerinden. Nedendir bilmem, bana çok az geldi iki filmlerinin arasındaki süre. Ama sanırsam bu Oscar töreninin 2008'in baharına denk gelmesinden kaynaklanıyor.
Burn After Reading, sapına kadar Coen tarzı bir film. Film aparat niyetine yapılmış izlenimi verdi bana, belki de "No Country For Old Men" gibi ciddi bir filmden sonra biraz neşelenelim dediler, bilemem.
Filmde, belli bir zaman aralığında hayatları birbiriyle kesişen bir kaç karakter izliyoruz. Filmin tam anlamıyla bir başrolü yok; zira o kadar güçlü bir kadrosu var ki; bu filme başrol olmak isteyen diğerinin performansı altında ezilme tehlikesiyle bile karşı karşıya kalabilirdi bana göre.
Filmin hikayesi hakkında fazla bir şey söylemeyeceğim; zira bu konularda pek iyi sayılmam, ağzımdan bir iki kelime kaçırmak istemem, bir paragrafla ilk 15 dakikanın hikayesinin anlatılması fikrine de karşıyımdır, hiç bir zaman bir filmi izlemeden evvel okumam.
Tavsiye istiyorsanız, izleyin, en azından izlediğinize değeceğine inanıyorum, tavsiye namına söyleyeceklerim bu kadar.
Asıl amacım kritik yapmaktan geçiyor zaten.
Efendim, Coenler deyince benim aklıma önce senaryo gelir. Coenlerin senaryosundaki vazgeçilmez unsur, kesişen hayatlardır. Bir karakter peşinde gitmekten çok, karakterleri bir olay peşinde koşturmayı severler. Bir hikaye izlemezsiniz filmde; film hikayelerden oluşmuş geniş bir hikaye bütünüdür, bu onların tarzının bir parçasıdır.
Görüntü yönetmenliğinde de hatrı sayılır bir farkı vardır Coenlerin diğer çoğu yönetmenden. Onların kameraları farklı açılardan bakar olaya, kameralarına o kadar hakimlerdir ki ufak detay sayılabilecek şeyleri önemli birer araç haline dönüştürüp kendi amaçları doğrultusunda rahatlıkla kullanabilirler.
Bir diğer becerileri, ortamın havasını istedikleri doğrultuda şekillendirmekten geçer. Eğer izleyicinin gerilim yaşamasını istiyorlarsa, bunu çok rahat bir şekilde ve çok da profesyonelce yaparlar, sizi neye güldürüp neye şaşırtmak istiyorlarsa, istediklerine her daim sahip olmuşlardır. Bir kukla kadar kısıtlı değildir belki filmi izlerken yaşayacağınız duygular, ama onların size vermek istediğinden çok da farklı bir şey yaşamazsınız. Bu sizin gördüğünüzden çok, onların gösterdiğidir çünkü.
Mizah konusunda ince bir anlayışa sahiplerdir, orijinal espriler ve ince göndermeler vardır filmlerinde. Özellikle kara mizahta çok kabiliyetlidirler, en karanlık konulardan bile kaliteli espriler çıkartabilirler.
Filmlerinden bahsetmek istersiniz, kendinizi Coenlerden bahsederken bulursunuz birden. Konu bütünlüğü falan yalan olur gider yani.
Gerçekten ikinci kez kendimi filmden bahsedeyim derken kişilerden bahsederken buldum, bunu daha çok kişiler hakkında söyleyecek çok şeyim olmasına bağlıyorum.
Coenler hakkında daha fazla övgüm yok, olsa dahi şu anda zihnimde değil, film içinse "iyidir abi izleyin yani" deyip yazıma son vermek isterdim, ama gene de bir kaç şey daha yazmanın faydası olacaktır zannımca.
Film komedi filmi havasında süren bir film, ama her daim etrafımızı saran bir ciddiyet var filmin içinde, belki de karakterlerin içinde bulundukları dünya bize böyle hissettiren.
Performanslara söylenecek laf yok, Michael Clayton'da beraber rol alan George Clooney ve Tilda Swinton, Coenlerin favori oyuncularından Frances McDormand, her rolün hakkını layığıyla veren Brad Pitt ve her yönetmene lazım bir Joker eleman: John Malkovich.
Coenlerin kendilerinden ne istediğini tam anlamıyla kavramış ve rollerini kusursuz yerine getirmiş bir kadro var filmde.
Daha önce Coenlerin filmlerinde pek rastlamadığım bir duygusal hava da vardı filmin bazı yerlerinde. Bu da mizah ve ciddiyetler karışınca ne olduğu belirsiz duygular hissediyor insan zaman zaman. Gülerken birden şaşırabiliyor, ya da hüzünlenebiliyorsunuz. Ya da ciddi bir havaya girmişken, birden bir şakayla ya da komedi unsuruyla karşılaşabiliyorsunuz. Yer yer farklı duygular arasında gidip geliyorsunuz -ki Coenler sayesinde bu daha özel ve etkileyici bir hale bürünüyor-.
Film bazen çok umursamaz ve acımasız kazıklar atabiliyor seyirciye, böyle de olmaz ki dedirtiyor, Coenlerdir, mazur görmek lazım.
1 saat 34 dakika gibi az bir süreye sahip, ancak süresi az olmasına karşın film kendini yetersiz hissettiymiyor.
Anlayacağınız farklı bir film, ama Coenler'in yapıtı olduğunu düşünürsek, çok da beklenmedik bir farklılık değil bu, bu farkı hisseder ve keyfini çıkarabilirseniz, iyi vakit geçireceğinize inanıyorum, Coenlerin 2009'da post-production ve pre-production aşamasında 2 filmleri var, Fargo tarzı bir filme hasret kaldık, umarız gerekeni yaparlar.
0 Yorum - Yorum Yaz:
Yorum Gönder