Perşembe, Şubat 25

Kırmızı Halı 2010: Up In The Air [2009]

Dünya düzeninin değişmesi, insan hayatının daha "pratik" ve "hızlı" yaşanılabilir bir hale getirilmesi, iletişimin kolaylaşması gibi günümüz dünyasına ait konular, takdir edersiniz ki sinema üzerine de birtakım etkilerde bulundu. Günlük hayatımızın geçirdiği bu dönüşüm şüphesiz en çok eleştiriyi kitleleri en kolay etkileme yöntemi olarak niteleyebileceğimiz sinemadan almakta son yıllarda. Konuya paralel örnekleyecek olursak çok değil, 10-11 yıl öncesini düşünerek Dövüş Kulübü'nü bu akımın öncüsü saymak çok da yanlış olmayacaktır herhalde.

Bu tür filmlerde yapılan bu eleştiriyi insan hayatıyla ve bu hayatın dramatikliği, güzelliği, mutluluğu, acısı... ile bir potada ne kadar eritebilirse yönetmen, o kadar etkileyici oluyor bu eleştiri.

Up In The Air, hayatı uçaklarda geçen, işi gereği sürekli seyahat halinde olan yalnız ve "pratik" bir adamın, Ryan Bingham'ın (George Clooney) hikayesini anlatıyor bize. Büyük şirketlerin toplu işten çıkarma yapacaklarında çalışanlarına bu haberi vermek ve onlara işsizliğe adım atarken çözüm önerileri sunmak üzere kiraladığı bir firmanın en iyi elemanıdır Bingham. Yani Bingham'ın işi, başka insanların işlerine son vermektir.

"To know me is to fly with me" diye tanımlar hayatını Bingham. Hayatı havalimanlarında, uçaklarda ve otellerde geçen bu adam, bir otelde kendisi gibi çok seyahat eden bir kadınla, Alex'le (Vera Farmiga) tanışır ve aralarında bir ilişki başlar. Diğer yandan şirketten bir toplantı için geri dönmesi istenir. Toplantı, şirkete bir çözüm önerisiyle gelen genç ve çalışkan Natalie Keener'ın (Anna Kendrick) fikrinin beğenilmesi üzerine düzenlenmiştir ve Natalie'nin fikri, Ryan Bingham'a ters düşmektedir. Bingham ile orta yolu bulmayı isteyen patronu, Natalie'yi eğitmesi için bir süre Natalie ile Bingham'ın iş gezisinde bulunmasını ister. Yeni öğrencisiyle yola koyulan Ryan'ın hayatına, hem Natalie, hem de Alex hareket getirecektir ve Ryan'ın kapısını beklemediği olaylar çalmaktadır.

Sıradışı bir konuyu sıradan bir işleyişi var filmin. Bundan bir olumsuzluk olarak bahsetmiyorum, zira birbirinin açığını örten iki ayrıntı niteliği taşıyor bunlar. İnsanları parasız bırakmakla para kazanan ve bazı toplumsal değerlere ters düşünce yapısına sahip olan birisinin, toplumun içine girmeye çalıştığında yaşadığı çelişkiyi ve ironiyi ustaca anlatıyor film. Karakter üzerinden topluma büyüteç tutarken izleyiciyi de yaşantısındaki kıstaslar üzerine bir kez daha düşündürüyor.
Başlığımıza paralel filmin 2 daldaki Oscar şansı üzerinde duralım biraz da. Bu kısım filme dair ipuçları içerdiğinden filmi izlemeyen okurlarımızın okumamasını tavsiye olunur. Up In The Air yukarıda da belirttiğimiz gibi iyi ve güçlü bir hikayeye sahip. Ancak bu hikayedeki dram yeterince filmin üzerine sinmiyor. Karakterimiz çıkmazlardan çabuk kurtulup hikayesini başladığı yerde bitiriyor ve film bu noktada şansını işleri yokuşa sürmekten yana kullanmıyor. Bu yüzden filmin Oscar yarışında ipi göğüsleyebileceğini sanmıyorum. En iyi uyarlama senaryo dalında ise karşısında Precious duruyor. Henüz o filmi izleyemediysem de beklentilerim yüksek ve daha izlemeden içimden bir ses onun en güçlü aday olduğunu söylüyor. (An Education? Aman aman!)

Sonuca bağlayacak olursak Up In The Air, küçük şakaları ve büyük ironileriyle sizi yeterince şaşırtabilen ve akışına kaptırdıkça üzerine daha da çok düşündüren bir dokuya sahip. İlginç konusu ve üst düzey oyunculuk performanslarıyla bu doku daha çekici bir hal alıyor ve film tüm bu ayrıntılarla bütünleşik olarak kaliteli bir film niteliği kazanıyor. Filmin açılış müziği olan "Sharon Jones and The Dap Kings - This Land Is Your Land" de dinlemeniz gereken bir parça. Oscar adayları arasında bu şarkıyı da görmek isterdim açıkçası...

Film için Sinema Vesaire notu: B+

0 Yorum - Yorum Yaz: