Gün yok ki Hollywood'un film yapımcıları Amerika'nın içinde bulunduğu savaşları ısıtıp ısıtıp önümüze sürmesinler. Vietnam ve 2. Dünya Savaşı'nı iliklerine kadar sömürdükten sonra yakın geçmişteki Irak Savaşı'ndan da kendilerine pay çıkarmaya başlamaları kaçınılmazdı. Nitekim konusu Irak'taki bu savaş olan filmler mantar gibi türedi son yıllarda.
Ancak sıcak savaş ile soğuk savaş arasındaki fark ister istemez bu filmlerin tarzını da etkiledi. Aksiyonun dozunu düşürmek ve kalan boşluğu dram ile doldurmak zorunda kaldı yapımcılar. Bu bağlamda adı savaş filmi olmasına rağmen düşük tempolu yapımlar hakim oldu piyasaya. Bu doğal olarak izleyici kitlesinin sayısını etkiledi ve Saving Private Ryan, Pearl Harbor vb. aşırı rağbet gören savaş filmlerine yenileri dahil olamadı.
Elbette filmlerin değindiği konu hassas olduğundan filmin bu konuya yaklaşımı oldukça önemli. Olayları tek taraflı yorumlamak tepki toplayacağı gibi filmin gerçekçiliğini ve samimiyetini de oldukça baltalıyor. 2 paragraftır üstünde durduğumuz bu kriterler deyim yerindeyse eleğin gözlerini küçültüyor ve alta düşebilen film sayısı da oldukça azalıyor.
Girizgahı uzun tutuşum The Hurt Locker'ı bu kriterlerin ışığında incelemek istememden kaynaklanıyor. Filmin konusu, Irak'taki Amerikan ordusunda bulunan ve görevleri bomba imha etmek olan 3 kişilik bir timin başından geçen olaylar üzerine. Bu olaylar mütemadiyen ihbar edilen her türlü bombayı çözmek üzerine olduğundan, işin tekniği filmin temposunu oldukça düşürüyor. Zaman zaman olaylara iyi gerilim yüklemeyi başarabilse de, ekran başındaki seyirciyi bazı anlarda fazlasıyla bekletiyor ve maalesef sıkabiliyor.
Öte yandan birtakım olaylara askerlerin psikolojisi ve ruh hali üzerinden yaklaşmaya çalışıyor -ki bu iyi yapıldığında Full Metal Jacket gibi filmin kalitesinin tavan yapmasını sağlayabilir- ancak film bazen tam olarak ne yapmak istediğini bilmeyen bir görüntü çizdiğinden bu yaklaşımı da yeterli seviyede gerçekleştiremiyor.
Tempo aksiyon ve psikoloji konusundaki eksikliği filmi zaman zaman yere düşürüyor gibi olsa da filmin bazı anlarda seyirciye yaşattığı gerilim ve kısa süreli heyecanlar da yok değil. Bunların yanında olayların dramını da iyi yansıtabiliyor ve bunlar filmi ayakta tutmaya yetiyor.
Netice itibariyle The Hurt Locker, bilinen Irak Savaşı'nın daha önce işlenmeyen bir parçasını anlatıyor ve düşük temposuna dayanabildiğiniz taktirde izlenmeye değer bir film niteliği kazanıyor.
Filmin Oscar şansı üzerine değinecek olursak baştan söylemekte fayda var, bana göre Amerikanlar filmi biraz abartıyor. Ancak savaşın Amerikan toplumundaki etkisi bunu açıklanabilir kılıyor. Film aday olduğu 9 daldan bazılarında illa ki ödül kazanacaktır ancak en iyi film dalında şansı düşük görünüyor. Diğer dallardaki Oscar şansına daha sonra değiniriz.
Dune: Prophecy – Üstümüz Başımız Yine Baharat!
3 saat önce
1 Yorum - Yorum Yaz:
en iyi yönetmen ödülünü alacağına kesin gözüyle bakılıyor. yazına tamamen katılıyorum.
Yorum Gönder