Çarşamba, Ekim 28

Freddy Krueger Geri Dönüyor

Sinema tarihinin unutulmaz filmleri arasında yer alan ve Freddy Krueger karakteriyle hafızalarımıza kazınan korku klasiği A Nightmare on Elm Street (Elm Sokağı Kabusu), 2010 yılı Nisan ayında beyazperdeye geri dönüyor.

Çekimleri devam eden filmde Terminator: The Sarah Connor Chronicles adlı televizyon dizisinde John Connor karakterini canlandıran Thomas Dekker de bulunuyor. Filmde Freddy karakterini ise Watchmen'de Walter Kovacs(Rorschach) rolünde izlediğimiz Jackie Earle Haley canlandıracak.

Filmin Resmi Sitesi
IMDb Linki

Filmin Fragmanı

Perşembe, Ekim 22

Twilight Kritiği

Uzun süredir izlemeyi ertelediğim Twilight'ı geçtiğimiz haftasonu izledim. Huyum kurusun, bir şey çok popüler olunca ben biraz soğuyorum ondan. Twilight da benim için gereğinden fazla popüler olmuş bir filmdi, bir türlü izleyesim gelmedi filmi. Ama öyle ya da böyle popüler olduğu için izleyip görüş belirtmeyi daha doğru buldum. Hem 2. filmin arefesine ilk filmi izleyip daha taze fikirlerle girmek daha iyi oldu benim için.

Vampir filmleri çıktıkları her dönemde ilgi görmüşlerdir. Ayrıca yönetmene ve senariste de neredeyse sınırsız bir özgürlük tanırlar. Vampir kavramı her vampir filminde farklılık gösterebilir. Bunu kullanabilmek, çok büyük bir avantaj sağlar yönetmene. Ama kullanırken saçmalamak, filmi itici ve klişe bir havaya sokabilir.

Son zamanlarda ise adından çokça söz ettiren 3 vampir konulu yapım vardı piyasada: Twilight, Let the Right One In ve True Blood(Dizi). Dizi olarak True Blood'u takip etmesem de, diğer 2 filmi izleme imkanı buldum. İki filmdeki vampir kavramı da birbirinden -ana hatlar sabit kalsa da- farklı sayılırdı. 2 film de bu tanımı kendilerince yapıp kullanmışlardı.

Twilight, konusu itibariyle vampir filminden ziyade bir aşk filmi gibi duruyor. Popülaritesini de buna bağlamak en doğrusu olur zaten. Hikaye oldukça basit gelişiyor: Bir vampirle bir kız birbirlerine aşık oluyor ve bu aşkın imkansızlığına rağmen birlikte olmak için çabalıyorlar. Senaryoya bir kaç kötü adam dahil oluyor ve vampir kızı korumak için herşeyini veriyor. Bu açıdan baktığımızda bilindik aşk filmlerinden çok da bir farkı olduğunu söyleyemeyiz olay kurgusunun.

Öte yandan, vampirlere has karakteristikler ve doğa üstü güçler, pek tabii filme renk katıyor. Vampirler dünyasında normal bir insan, bir nevii bir iç savaşı ve vampirler arası çekişmeleri tetikliyor. Filme heyecan ve aksiyon bu noktada hepten dahil oluyor.

Yani ilginç ve farklı konusu hem vampir filmlerine özgü o heyecanı bilindik şekliyle, hem de bu türde rastlanması güç olan romantizmi farklı bir dünyada, farklı bir pencereden yaşatıyor film bizlere.

Ancak filmin zayıf düştüğü noktalar yok değil.

Herşeyden önce, belirttiğim gibi Twilight çok sıradan ve basit bir hikayeyle geliyor bize. Normal bir aşk filminde klişe sayabileceğimiz bir senaryoyu, insanüstü ögelerle kotarıp sunuyor seyirciye. Ancak bu, hikayenin sıradanlığıyla verdiği kötü izlenimin üzerini örtmeye yetmiyor. Son bulduğunda size çok birşey anlatmadığı ya da yaşatmadığı kanısına varıyorsunuz filmin.

Bir üst paragrafın anlattığını biraz daha açtığımızda bu konuya paralel olarak ortaya çıkan bir kaç zayıflığı daha var filmin. Mesela film daha önceki vampir filmlerinde görmediğimiz yeni özellikler veriyor karakterlere. Ancak bunu o kadar kuralsız ve başıboş yapıyor ki, ucu açık bir "vampirlik" kavramı oluşturarak iyi niyetimizi suistimal ettiği hissiyatını verebiliyor bizlere. Bir vampirde insanların düşüncelerini okuma, diğerinde ise geleceği resmetme özelliği varken geriye kalan vampirlerin sıradışı özelliklerinden bahis açılmıyor. Ve ne acıdır ki, sadece bu iki vampirin sıradışı özelliği senaryoyu büyük ölçüde şekillendiriyor. Bir bakıma, işine geldiği gibi oluşturuyor vampir imajını film. Bu bizim, senaryoya olan güvenimizi ister istemez sarsıyor.

Yönetmenlik açısından ise tek zayıflığa aksiyon sahnelerinde rastlıyoruz. 80'lerin filmlerini andırırcasına amatör gözüken aksiyon sahneleri görebiliyoruz filmde. Sahneler parça parça çekilmiş ve sonra şeritler uhu ile birbirine yapıştırılmış gibi bir izlenim veriyor bize. Bunun dışında görüntü yönetmenliği ve kamera açıları bizi tatmin edecek seviyedeler.

Tabii ki bu eksilerin hepsinin olmasa da, bazılarının bir "özrü" olabilir. En başta, senaryodaki tüm uyuşmazlıklar ya da zayıflık ve sıradanlıkları, filmin beyazperdeye bir romandan uyarlanmış olmasına bağlayabiliriz. Kitabı okumadığım için filmle aralarında büyük farklar var mı bilemiyorum ancak filmde bu denli sıradan görünen hikaye kitapta çok güzel işlenmiş olabilir.

Ayrıca Twilight, 4 filmlik(düzeltme için Calamity Jane'e teşekkürler) bir serinin giriş filmi olduğundan, devam filmleri için gereken temelleri atma yükümlülüğünü omuzlarında taşıyan bir film. Bu bağlamda standart bazı kalıpların filmi basitleşmek pahasına da olsa kullanılması yerinde olmuş bana göre. Eğer devam filmlerinin olacağı belliyken çekilen bir giriş filminden bahsediyorsak, onu seri içindeki konumuna göre değerlendirmek en doğrusu olacaktır.

Sonuç olarak, Twilight vampir filmlerindeki alışıldık atmosfer ile klişeleşmiş aşk senaryolarını birleştirip melez bir tür olarak karşımıza çıkan bir romantik vampir filmi. Eksileri artılarından ağır basıyor gibi görünse de, bir serinin ilk filmi olması hasebiyle hoş görülerek izlemeye değer bir film konumuna geliyor. Abartıldığı kadar iyi olmasa da, yok sayılacak kadar kötü bir yapım değil.

Filmin fragmanını izlemek için tıklayınız.

Cumartesi, Ekim 17

Görülmeli: The Wolfman (2010) Fragmanı

1941 yapımı efsane korku filmi The Wolf Man (Kurt Adam), 2010 yılında beyazperdeye geri dönüyor. Film, ormanda bir kurtadam tarafından ısırılan ve kurtadama dönüşen Lawrence Talbot'un (Benicio Del Toro) hikayesini anlatıyor. Bu dönüşüm sonrasında kendinde olmadan yaptığı kötülükler onu iç dünyasında bir hesaplaşmaya itiyor. Bu hesaplaşmayı konu alan filmin başlıca diğer karakterleri, Lawrance'ın babası rolündeki Sir John Talbot (Antony Hopkins), yasak aşkı Gwen Conliffe (Emily Blunt) ve Detektif Aberline (Hugo Weaving) şeklinde. Şubat'ın 12'sinde çıkması beklenen filmin fragmanını yazının devamında bulabilirsiniz.

Filmin Fragmanı:


Cuma, Ekim 16

En İyi Yabancı Film Aday Adayları

Ülkemizden Güneşi Gördüm'ün aday adayı olması uygun görülen 2009 En İyi Yabancı Film Oscar'ına 68 ülkeden 68 film aday olmak istiyor. Listede son zamanlarda blogda adı çokça geçen Un Prophéte de var. Oscar ödülüne aday olacak 5 film Şubat'ın 2'sinde açıklanacak. Listenin tamamı yazının devamında.

  1. Albania, Alive!, Artan Minarolli, director;
  2. Argentina, El Secreto de Sus Ojos, Juan Jose Campanella, director;
  3. Armenia, Autumn of the Magician, Rouben Kevorkov and Vaheh Kevorkov, directors;
  4. Australia, Samson & Delilah, Warwick Thornton, director;
  5. Austria, For a Moment Freedom, Arash T. Riahi, director;
  6. Bangladesh, Beyond the Circle, Golam Rabbany Biplob, director;
  7. Belgium, The Misfortunates, Felix van Groeningen, director;
  8. Bolivia, Zona Sur, Juan Carlos Valdivia, director;
  9. Bosnia and Herzegovina, Nightguards, Namik Kabil, director;
  10. Brazil, Time of Fear, Sergio Rezende, director;
  11. Bulgaria, The World Is Big and Salvation Lurks around the Corner, Stephan Komandarev, director;
  12. Canada, I Killed My Mother, Xavier Dolan, director;
  13. Chile, Dawson, Isla 10, Miguel Littin, director;
  14. China, Forever Enthralled, Chen Kaige, director;
  15. Colombia, The Wind Journeys, Ciro Guerra, director;
  16. Croatia, Donkey, Antonio Nuic, director;
  17. Cuba, Fallen Gods, Ernesto Daranas, director;
  18. Czech Republic, Protektor, Marek Najbrt, director;
  19. Denmark, Terribly Happy, Henrik Ruben Genz, director;
  20. Estonia, December Heat, Asko Kase, director;
  21. Finland, Letters to Father Jacob, Klaus Haro, director;
  22. France, Un Prophete, Jacques Audiard, director;
  23. Georgia, The Other Bank, George Ovashvili, director;
  24. Germany, The White Ribbon, Michael Haneke, director;
  25. Greece, Slaves in Their Bonds, Tony Lykouressis, director;
  26. Hong Kong, Prince of Tears, Yonfan, director;
  27. Hungary, Chameleon, Krisztina Goda, director;
  28. Iceland, Reykjavik-Rotterdam, Oskar Jonasson, director;
  29. India, Harishchandrachi Factory, Paresh Mokashi, director;
  30. Indonesia, Jamila and the President, Ratna Sarumpaet;
  31. Iran, About Elly, Asghar Farhadi, director;
  32. Israel, Ajami, Scandar Copti and Yaron Shani, director;
  33. Italy, Baaria, Giuseppe Tornatore, director;
  34. Japan, Nobody to Watch over Me, Ryoichi Kimizuka, director;
  35. Kazakhstan, Kelin, Ermek Tursunov, director;
  36. Korea, Mother, Joon-ho Bong, director;
  37. Lithuania, Vortex, Gytis Luksas, director;
  38. Luxembourg, Refractaire, Nicolas Steil, director;
  39. Macedonia, Wingless, Ivo Trajkov, director;
  40. Mexico, Backyard, Carlos Carrera, director;
  41. Morocco, Casanegra, Nour-Eddine Lakhmari, director;
  42. The Netherlands, Winter in Wartime, Martin Koolhoven, director;
  43. Norway, Max Manus, Espen Sandberg and Joachim Roenning, directors;
  44. Peru, The Milk of Sorrow, Claudia Llosa, director;
  45. Philippines, Grandpa Is Dead, Soxie H. Topacio, director;
  46. Poland, Reverse, Borys Lankosz, director;
  47. Portugal, Doomed Love, Mario Barroso, director;
  48. Puerto Rico, Kabo and Platon, Edmundo H. Rodriguez, director;
  49. Romania, Police, Adjective, Corneliu Porumboiu, director;
  50. Russia, Ward No. 6, Karen Shakhnazarov, director;
  51. Serbia, St. George Shoots the Dragon, Srdjan Dragojevic, director;
  52. Slovakia, Broken Promise, Jiri Chlumsky, director;
  53. Slovenia, Landscape No. 2, Vinko Moderndorfer, director;
  54. South Africa, White Wedding, Jann Turner, director;
  55. Spain, The Dancer and the Thief, Fernando Trueba, director;
  56. Sri Lanka, The Road from Elephant Pass, Chandran Rutnam;
  57. Sweden, Involuntary, Ruben Ostlund, director;
  58. Switzerland, Home, Ursula Meier, director;
  59. Taiwan, No Puedo Vivir sin Ti, Leon Dai, director;
  60. Thailand, Best of Times, Yongyoot Thongkongtoon, director;
  61. Turkey, I Saw the Sun, Mahsun Kirmizigul, director;
  62. United Kingdom, Afghan Star, Havana Marking, director;
  63. Uruguay, Bad Day for Fishing, Alvaro Brechner, director;
  64. Venezuela, Libertador Morales, El Justiciero, Efterpi Charalambidis, director;
  65. Vietnam, Don’t Burn It, Dang Nhat Minh.

Gerard Butler, Law Abiding Citizen ve Butler'in Kariyerindeki Yükseliş

Sinemayı çok yakından takip etmeyenlerimiz 300'den tanıdı O'nu. Naralar ataraktan destanlar yazan Kral Leonidas rolüyle. 300 çok ses getirmişti, her yerde O'nun yüzü vardı. Ama O'nun için Leonidas, bir imaj olmuştu sadece. Çünkü 300'den sonraki popüler filminde, karısıyla eğlenmek için kadın iç çamaşırları giyip dans eden bir aşk adamıydı. Gerard Butler, Oyuncu'yla (Gamer) geri döndü aramıza. Ama bizim en çok dikkatimizi çeken, sıradaki filmi: Law Abiding Citizen.

Gerard'ın kariyeri, 1997 yılında Mrs. Brown filminde aldığı yan rol ile başladı. Sonra One More Kiss'le ve 2000 yapımı Dracula'daki Dracula rolüyle göze çarptı Butler. Ülkemizde en çok Attila dizisiyle televizyonlarda boy gösterdi 2001 sonrasında. Daha sonra Tomb Raider, Timeline, Dear Frankie, The Phantom of the Opera filmlerinde başrol ya da önemli yan roller aldı. Kariyeri 2006'da çekilen 300 filmiyle tavan yaptı. 300'den sonra özellikle P.S. I Love You ve RocknRolla ile dikkatleri tekrar üzerinde toplamayı başardı.

Ülkemizde 2 hafta önce vizyona giren aksiyon/macera türü filmi Oyuncu'dan (Gamer) sonra gelen filmi Law Abiding Citizen, bugün Amerika'da vizyona girdi. Ülkemiz için kesin olmasa da adı geçen tarih 2010'un ilk ayları gibi görünüyor.

Law Abiding Citizen'de Gerard Butler, ailesini gözleri önünde öldürüp ceza görmeksizin serbest kalan katillerin intikamını sistemden almaya karar veren bir intikam avcısı (Clyde Shelton) rolünde. O'nun planlarıyla uğraşmak zorunda kalan polis Nick Rice'ı ise Jamie Foxx canlandırıyor. Aksiyon sahneleri, Butler'in sinsi bakışları, Foxx'un sinir ve usanç dolu tavırlarıyla fragmanı bizi heyecanlandırmaya yetti bile.

Fotoğraf Galerisi:


Filmin Fragmanı:

Kritik: Un Prophéte (Fransa'yı Karıştıran Film #2)

Daha önce bahsetmiştik Un Prophéte'den. Fransız filmi, ülkesinde çok ses getirmişti. Ben de ilgimi çeken bu filmi ingilizce alt yazıyla da olsa izleyebildim.

Film, Fransa'daki azınlıkların birbiri arasındaki diyalogu ve Fransa'daki hapishane hayatı üzerine. Cannes'ta jüri özel ödülüne layık görülmüş. İşlediği suç sonucu hapise giren César'ın hapisteki yeni hayatını konu alıyor.

César, 20'li yaşlarında, Arap asıllı genç bir Fransız'dır. İşlediği suç sonunda bir kaç yıllığına da olsa Fransa'nın en pis hapishanelerinden birine gönderilir. Burası, daha çok Fransa'daki azınlıkların yer aldığı bir hapishanedir.

Hapishane hayatı doğal olarak César'a kendi halinde yaşama fırsatı vermez. Hapishane'nin kontrolünü elinde tutan bir çete grubu César'ı yapmak istemeyeceği şeyleri yapmaya zorlar ve piyon olarak kullanırlar. César'ın bu çeteye katılmaktan başka şansı yoktur.

Ancak César, kurnazlığı ve şansının yardımıyla hem çete içindeki, hem hapishanedeki konumunu yükseltmeyi bilir. Film, César'ın bu yükselişini dram ve şiddet dolu bir biçimde bizlere sunar.

Karanlık suç filmleri sınıfına koyabileceğimiz Un Prophéte'nin sinemasal yönden en zayıf noktası filme hemen hemen hiç bir şey katmayan müzikleri. Film çoğu zaman bunaltıcı ve sıkıcı bir sessizlik içerisinde ilerliyor. 2,5 saat gibi uzun bir süre, filmde hemen hemen hiç müzik olmayınca da pek geçmek bilmiyor.

Buna rağmen César'ın yaşadığı dram ve hayatını değiştiren bu hapishane dönemi güzel bir biçimde yansıtılıyor. Bizi etkileyecek hikayesiyle César'ın dramına ortak oluyoruz. Kişisel çıkarlar, intikamlar, planlar ve suçlar dünyasından izlenmeye değer bir film.

Filmin Fragmanı:

Perşembe, Ekim 1

Stanley Kubrick ve Shining (Korku Filmi Çekmiş 7 Büyük Yönetmen #1)

Namı:
Tarihi (Spartacus), kara mizah (Dr. Strangelove) ve bilim kurgu (2001) gibi farklı türlerden filmlerinin oluşturduğu etkileyici liste ile nam salan Kubrick, namını zeki, sıradışı filminin aydın stiliyle birleştirmişti.

Sade realizm olarak bilinen tarzını, Lolita ile sonraki filmlerinde baskın olarak hissedilecek sürreal bir duyguya taşıdı.

Korku Yapımı: The Shining (1980)
Stephen King'in romanından uyarlanan yapımında, yazar Jack Torrance (Jack Nicholson) ve ailesinin kışlarını geçirmek için dış dünyayla bağlantısı olmayan Overlook Oteli'ne gelişlerini ve paranormal güçlerin Jack'i eli baltalı bir kaçağa dönüştürüşünü anlatır.

The Shining Fragmanı:


Filmlerdeki İmzası:
Efsanevi mükemmeliyetçiliği bir yana (bir sahneyi yüzden fazla kez çekmesi gibi), film onun uzun ve paralel duvarlara olan tutkusunun bir yansıması gibi.

Film ayrıca, Roger Ebert'in "Kubrick Bakışı" olarak tanımladığı, bir karakterin -bu filmde Torrance- çıldırırken kafasını devirip gözlerini yukarı çevirerek kameraya dik dik bakmasını da içerir.

Genel Görüşler:
Film, eleştirel yönden bir fiyasko, ama ticari yönden bir başarıydı.

Eleştirenlerin arasında King de vardı ve yönetmen için şöyle söylemişti: "Çok düşünen ama az hisseden bir adam."

Çoğunluğun filmi kınayan görüşü şu şekildeydi: "Çalışacak onca şey varken, yönetmen Stanley Kubrick, Jack Nicholson'la, Stephen King'in en çok satan romanında korku verici ne kadar şey varsa hepsini yok etmek için ekip kurmuş."

Alfred Hitchcock ve Psycho (Korku Filmi Çekmiş 7 Büyük Yönetmen #2)

Namı:
Psycho öncesi, Hitchcock'un yavaş yavaş şüpheli filmlerin ustası olurken, tamemen korku-gerilim tarzına dönüşeceğine ilişkin belirtiler vardı.

O dönemde zaten Psycho benzeri filmleri vardı, The 39 Steps, The Lady Vanishes, Suspicion, Rope, Strangers On A Train, Dial M For Murder ve Rear Window gibi.

Onun tarzı benzerlerinin tersine, kesinlikle bir zaman farkıydı.

Korku Yapımı: Psycho (1960)
Yapıtlarını bir korku filmiyle taçlandırmak ve sınırlarını zorlamak adına Rovert Bloch'un romanını seçerken, Hitchcock yapacağı bu işle ilgili inanç doluydu, çalışanlarının birinden 40,000 $ çalan ve hikayesi Bates Motel'de devam eden kadın Marion Crane'e (Janet Leigh) odaklanmıştı.

Otelde, anne-tutkunu psikopat (Antony Perkins'in Norman Bates'i) ile arasında olaylar gelişiyordu.

Psycho Fragmanı:


Filmlerdeki İmzası:
Crane'in erken banyosu (! - ya da duşu mu demeliyiz?) tamamen bir Hitchcock alamet-i ferikasıydı, kadınlara dair ipuçları barındıran sahneler yapımlarında erken yer bulan bir yöntem olmuştu.

Ayrıca O'na özgü 2 motif daha vardı: Ortalığı dağıtan ve sonu diğer filmlerdeki katillerle aynı olan bir katil ve gene bir sapık rolündeki yönetmen.

Genel Görüşler:

Karışıktı. New York Times "Size kasıtlı olarak tasarlanmış kan dolu sahnelerle geliyor" diyor ve tüyo veriyordu, "çozümse bizim için oldukça tekdüze."

Çoğunluk daha olumlu düşünüyordu: "Sıradışı, güzel bir yapım, tamamiyle Hitchcockvari ve box office için ışık veren doğru bir film."

Tarih ilerledikçe ve klişeler arttıkça geri kalansa: Psycho bir sansasyondu ve şimdi en çok tanınan, en çok kopyalanan ve gönderme yapılan filmlerden biri oldu.