Pazartesi, Nisan 26

Tuncel Kurtiz Röportajı Bölüm 2

Röportajın 1. bölümünü okumak için tıklayınız.


Yılmaz Güney üzerine...
"İkimiz de komünisttik, ikimiz de hikâye yazıyorduk. İkimiz de bu küçücük dünyamızın, insanlar için bir bahçe olabileceğine inandık. Birbirimize güvendik ve iki taraf da bunu sarsacak hiçbir şey yapmadı. Yılmaz beni iş için çağırdığında ben kontratımı iptal ettim veya kendi filmimi yarıda bırakıp koştum."

EMPIRE: Yılmaz Güney'le üniversite yıllarından başlayan dostluğunuz o ölene kadar sürdü. Bu dostluğun böyle sağlam olmasının sebebi neydi?

KURTİZ: İkimiz de komünisttik, ikimiz de hikâye yazıyorduk. İkimiz de bu küçücük dünyamızın, insanlar için bir bahçe olabileceğine inandık. Birbirimize çok inandık, güvendik ve iki taraf da bu güveni sarsacak hiçbir şey yapmadı. Yılmaz beni herhangi bir iş için çağırdığında ben kontratımı iptal ettim veya kendi yapacağım filmi bırakıp yanına koştum. İyi bir şeyler yapacağına hep inandım. Sürü için beni istediğinde yurtdışındaydım. "İhtiyarı bulun" demiş; bana ihtiyar derdi. "Abi nasıl bulalım," demişler, "Hürriyet'e ilan verin, o gelir" demiş. Geldim de. Şimdi bana sinema yapmak isteyen gençler tavsiye soruyorlar. Diyorum ki, kendinize, arkadaşlarınıza güvenin ve size güvenen insanlar bulun. Sinema bir ekip işidir ve yıldızlar yıldızlarla daha çok parıldar, bunu da hiçbir zaman unutmayın.

EMPIRE: Yılmaz Güney'le onun tabiriyle bir 'fahişelik' dönemi geçirdiniz. Sonra yeni bir sinemanın fitilini ateşledi Güney ve siz de hep yanında oldunuz. Bu yeni heyecan sizin hayatınızda ne kadar etkili oldu?

KURTİZ: Biz tanıştığımız günden son güne kadar, en ucuz işleri yaptığımız dönemlerde de hep bir umut peşindeydik. Daha 1965'te Bedreddin'i yapmayı düşünüyorduk. Umut ile Cannes'a gitmeden önce son konuşmamızda Boynu Bükük Öldüler'i dört mevsimde çekmeyi düşünüyorduk, daha doğrusu o düşünüyordu, ben destekliyordum. Ölmeden önce son konuşmamızda, bana benim için hazırladığı bir senaryodan bahsetti, "Çok seveceksin ihtiyar, ama şimdi sana hiçbir şey söylemiyorum" dedi. Son telefonunda "Başkalarından duyma, midemin yarısını aldılar, sağlığına dikkat et ihtiyar, senin için bir film hazırlıyorum" demişti.

EMPIRE: Hudutların Kanunu sizin belki de ilk defa dikkat çektiğiniz filmdir. Bugün hâlâ klasiklerimizden biri, sonra Umut, değerinden bir şey kaybetmedi. Siz bir taraftan bu filmlerde canla başla çalışıp, bir yandan da oyuncu olarak önemli performanslar sergilediniz. Eskiden bir oyuncuya düşen sorumluluk daha mı fazlaydı, yoksa ekip olma hali o yıllarda daha mı önemli bir değerdi?

KURTİZ: Az önce de söyledim, sinema bir ekip işidir. Bir insan gövdesi gibidir, küçük parmağındaki bir şeytantırnağı insanı ne kadar rahatsız ediyorsa, küçücük bir ayrıntı filmi zedeler veya yüceltir. Bir reji, ekip olmayı ve bireylerin tek tek üstün yeteneklerini ortaya çıkarma fırsatını verdiği ölçüde başarılıdır. Her iş gibi...

Bunu Biliyor muydunuz?
Kurtiz, 1986'da Kuzunun Gülümseyişi'ndeki performansıyla
Berlin Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü
almak için sahneye çağrıldığında karşısında
çocukluk aşkı Gina Lollobrigida'yı bulur. Ödülü almadan önce
"Seni hep sevdim Gina ve hep seveceğim" der.
Gina da gülümseyerek "Filme büyük ödülü vermek istedik
ama olmadı" cevabını verir.


EMPIRE: Sadece Yılmaz Güney'le değil; Erden Kıral, Zeki Ökten, Tunç Okan'la da önemli filmleriniz var. Yılmaz Güney'in sinemacı kişiliğiyle kurduğunuz ilişkiyi bu yönetmenlerle de kurabildiniz mi?

KURTİZ: Hayır, içlerinden sadece Zeki Ökten'le bir yakınlığım oldu, hâlâ da sürer.

EMPIRE: Zeki Ökten'le Sürü'de birlikte çalıştınız. Malum, konuşmayı sevmiyor kendisi. Müthiş bir sinema duygusu ve eldeki şartlarla harikalar yaratan bir yönü var Ökten'in. Sürü'nün ortaya çıkmasında Ökten'in bu özelliklerinin ne kadar etkisi oldu dersiniz?

KURTİZ: 1961'de Nişan Hançer'in asistanıydı. Şehir Tiyatrosu'nun Üsküdar sahnesinde Behzat Budak rejisinde oynanan 3. Selim piyesinde figüranların arasında mızrak tutardı ve bana sinemada neler yaptığını, asistanlığını anlatırdı. Daha sonra '64 yılında Bilge Olgaç'la beraber İlhan Engin'in asistanı oldu. İlhan Engin bir romancı ve gazeteciydi, ilk filmiydi. Zeki ve Bilge, İlhan Engin'in sağ ve sol kollarıydı. Zeki bana "Oluyor abi, bayağı iyi oynuyorsun, sinemaya alıştın" demeye başlamıştı. Yıllar sonra Sürü'de rejisörüm oldu. Saygılı, fakat inatçı bir tabiatı vardı. Yılmaz'ın altı saatlik senaryosunu Siirt'te bir otel odasında birlikte kestik. Sakin, fakat kararlı bir şekilde çekimini gerçekleştirdi. Zor şartlar, imkânsızlıklar onu hiç yıldırmadı. Negatif sıkıntısından bazen beş metrelik planlar çektiği oldu, her planı bilinçliydi. Plan zevkini onda gördüm. Yükseklik, alçaklık, yakınlık, uzaklık, her şey kontrolündeydi. Yılmaz'a her zaman saygı ile "Yılmaz Bey" dedi, ama filmi tamamen kendi estetik kaygıları ile gerçekleştirdi. Keşke sonradan eline başka Yılmaz Güney senaryoları da geçseydi, birlikte tekrar çalışsaydık... Zeki'yi çok severim.

EMPIRE: Sürü sizin oyunculuğunuzun ve Türk sinemasının zirve noktalarından biridir. Filmi çekerken bu kadar iyi sonuç verebileceğinizi düşünüyor muydunuz?

KURTİZ: Ben hiçbir zaman sonuçları düşünmedim.

"Sürü benim için ulaşılması zor bir noktadır. Bir daha ne zaman, nerede beni uçuracak bir beyaz at bulabilirim, bilmiyorum."

EMPIRE: Ankara Sinema Derneği'nin düzenlediği Türk Sinemasının En İyi 10 Filmi anketinde, rol aldığınız iki film bulunuyor: Umut ve Sürü... Dönüp arkaya baktığınız zaman bu filmler sizin için neler ifade ediyor?

KURTİZ: Bunu defalarca anlattım, bu iki film Yılmaz'ın bana taktığı iki kanattır. Avrupa'da ve dünyada bana teklif edilen birçok iş bu filmler sayesinde olmuştur. Peter Brook, Sürü'yü seyrettikten sonra "Bu adam oyuncu mu, yoksa oradan gerçek bir köylü mü, oyuncu olduğuna inanamıyorum" dediğinde yanında bulunan eski oyuncusu Miriam Goldschmidt "O bir oyuncu, benim de arkadaşım Berlin'den, çok da iyi İngilizce konuşur" deyince, benimle tanışmaya karar vermiş ve menajerimle temasa geçmiş. Yine Sürü ile katıldığım Tel Aviv Film Festivali'nde film büyük sükse yapınca, İsrail'den iki rejisörden teklif aldım ve bu filmlerden biri olan Kuzunun Gülümseyişi ile Berlin'de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldım. Sürü benim için ulaşılması zor bir noktadır. Bir daha ne zaman, nerede beni uçuracak bir beyaz at bulabilirim, bilmiyorum. Geçenlerde Tarık Akan'la Sürü'nün çekiliş hikâyesini anlatan bir belgesel yapmışlar, galiba adı Oradaydım. Tarık beni duygulandırdı, kendini değil, hep beni anlatmış, bütün ekiple, Tarık'la, Melike'yle (Demirağ), Yaman Okay'la, diğer oyuncu ve tüm teknik ekiple zoru başarmanın sevincini paylaştık. Güzel dostluklar kaldı geriye.
Umut ise kesilen bütün sahnelerine rağmen Yılmaz'ın ve sinemanın baş eserlerinden biridir. Benim içinse çok şeyi feda ederek içinde olduğum bir filmdir. Yılmaz hep "Tuncel arkadaşımla birlikte yaptık" derdi bu filmi, bense "Filmi sen yaptın, ben senin yoldaşın ve oyuncundum" derim. En üzüldüğüm şeylerden biri de güreş sahnesinin sinema işletmecilerinin isteği üzerine kesilmesidir. Bir de eşeğimle arkadaşlığımın...

EMPIRE: Tabii bir oyuncunun alabileceği en önemli üç-beş ödülden biri olan Gümüş Ayı var. Bu aldığınız ödül pek de vurgulanmıyor kariyerinizde. Ama bunun hayatınıza nasıl bir getirişi oldu?

KURTİZ: Ferhan Şensoy'un söylediği gibi, "Ödüller basur gibidir, hangi g.te isabet edeceği bilinmez." Bir getiri beklemedim, geldiyse de hiçbir zaman farkında olmadım.

"Marlon Brando ile on gün çalışacaktım; Marlon Brando gerçekten oyuncu ve insan olarak, en çok beraber olmak istediğim kişiydi. Ona hâlâ vurgunum."

EMPIRE: Hayata geçmemiş projeleriniz var. Mesela David Lean'in yöneteceği bir filmde Marlon Brando ile oynayacakmışsınız ve Robert Wise'dan yine Anthony Quinn'in oynayacağı bir proje için teklif almışsınız. Bunlar neden hayata geçmedi?

KURTİZ: David Lean maalesef erken öldü, filme hiç başlayamadı, çok istiyordum, Marlon Brando ile on gün çalışacaktım; Marlon Brando gerçekten oyuncu ve insan olarak, en çok beraber olmak istediğim kişiydi. Ona hâlâ vurgunum. Şimdilerde Sean Penn ile oynamak isterim. Anthony Quinn ile Robert Wise'ın yapacağı Zorba müzikalinde üç solo dansım ve üç şarkım olacaktı, ekonomik sebeplerden o proje de hayata geçemedi.

EMPIRE: Sinema ve tiyatro çalışmalarınız hep yan yana gitti. Sinemada devleşirken de sahneleri pek terk etmediniz, hatta Peter Brook gibi bir yönetmenle çalıştınız... Hayatınızda sinemanın tiyatrodan rol çalmasına nasıl engel oldunuz?

KURTİZ: Ben oyunculuğu sinema ve tiyatro olarak ayırmıyorum.

Bunu biliyor muydunuz?
Hudutların Kanunu çekilirken '20 soruda bir isim bilmek'
oyununda Lütfi Akad'ın tuttuğu ismi kimse bilemez.
Akad, Caravaggio'yu tutmuştur. Ve "Siyah-beyazı anlamak
için Caravaggio'yu tanımak lazım" der. Yıllar sonra Kurtiz,
sanatçının gençliğini filme almak isteyen Derek Jarman'la
karşılaşınca Caravaggio'nun yaşlılığını oynamak istediğini söyler.
Jarman ise "Vaktimiz olursa" yanıtı verir.
Çünkü yönetmen o sıralar hastadır.


EMPIRE: Peter Brook açık sahne anlayışını tiyatroya kazandırarak sahnenin otoriter tavrını yıkıp attı. Peki, bu tavırdan siz nasıl fayda gördünüz?

KURTİZ: Ben hayatımda da, sanatımda da işe yanlışla başlamaktan yanayım, yani yanılan bilimden yanayım. Çünkü bilim hep yanılmış, iki nokta arasındaki en kısa yol doğruydu, ama uçak rotaları iki nokta arasındaki en kısa yolu bir eğri olarak görüyor, bugün. Hangi doğrudan hareket edeceksin? Bir zamanlar dünya düzdü. Brook da Batı'nın durağan, Ortaçağ felsefesinden sıkılmış ve kendisini Doğu'ya atmış bir sanatçıdır. Bu açık sahne tavrı, bizde ortaoyunlarında, köy seyirlik oyunlarında zaten var olan bir şeydir, yazık ki bizim tiyatromuz onlardan gerektiği gibi yararlanamadı. Çok sevdiğim Ferhan Şensoy'u bunun dışında tutuyorum.

0 Yorum - Yorum Yaz: