Çarşamba, Temmuz 22

David Fincher - İşte Ben Buyum

Dünya'nın en iyi sinema dergilerinden ikisi, Empire ve Total Film, geçtiğimiz yıl Türkçe çıkmaya başlamıştı. Birçoğunuz da okumuş ya da en azından görmüştür mutlaka. Satışları artırmak için DVD vermeye bile başladılar; Empire'ın fiyatı 3,90'lara kadar düşmüştü, Ek$i Sözlük'ten okuduğum kadarıyla Total Film'in son sayılarında "Okurdan Mektuplar" köşesi bile yoktu.

Olayı daha fazla dramatize etmek istemiyorum, iki dergi de zaman içerisinde yayın hayatlarına son vermek zorunda kaldı. Bu dergilerin Türkiye versiyonlarının yazarları her ne kadar Türk de olsa Amerikan baskısından çeviri haberler ve röportajlar da çoktu. Zaten benim Empire'ı tercih etmemdeki öncelik buydu. Çok orijinal bir tarzı ve eğlenceli yazıları olurdu.

Şu anda ülkemizde yayın yapan tek sinema dergisi bildiğim kadarıyla "Sinema". Belki bir iki tane daha fazladan vardır, bilmiyorum. Bense Empire'den başkasını sevemedim bir türlü. Sinema'nın bir ayarı yok, bazen iyi, bazen kötü. Son aldığım sayısından iki satır okuduğumu hatırlamıyorum. Zaten blog açtığım döneme denk geliyor Empire'nin yayın hayatına son vermesi, ben de okumak istemedim bir daha sinema dergisi, blogumda sinema üzerine yazdığımdan. Haberleriyse internetten rahatça takip edebiliyoruz zaten.

Efendim, sadede gelelim. Empire ve Total Film'in internet sitelerinde ilgi çekici yazılar ve röportajlar halen var. Artık okuyup beğendiklerimi Türkçe'ye çevirip sizinle paylaşmak istiyorum. İlk olarak Empire'nin geçtiğimiz ayki sayısında yer alan David Fincher Röportajıyla başlayalım. Buyrun, hatamız olduysa affola...

*********

Fincher'ın aldığı ilk albüm Burt Bacharach'a ait Sonsuz Ölüm'ün (Butch Cassidy And The Sundance Kid) film müziğiydi. Filmin kendisi ise 8 yaşındaki bu çocuğun bir yönetmen olmaya karar vermesine vesile olmuştu. İlk çalışması ise Industrial Light & Magic isimli efekt stüdyosunda olmuştu, Madonna'dan Rolling Stone'a kadar herkese müzik videosu yapmasından ve ilk uzun metrajlı çalışma olarak Alien'da görev almasından önce. Bu tecrübelerden kazandıklarıyla, günümüzdeki en hayalperest film yapımcılarından birisi haline geldi. Son yapıtı, The Curious Case Of Benjamin Button, 3 Oscar ödülü kazandı. "Bu film deneyimimin bir parçası olan saçmalık girdabını oluşturmak benim ömrümden 5 yıl yedi" diyor, gülerek. "Ama filmden memnunum..."


Empire:
Anneniz The Curious Case Of Benjamin Button hakkında ne düşündü?

David Fincher: Annem filmi gerçekten sevdi, ki bu genellikle pek iyi bir haber değildir! Gene de onun fikri benim için çok önemlidir. Bilirsiniz, annem söylenecek en doğru şeyleri söyledi: "Baban bu filmi çok beğenirdi!" Kendisi biraz duygusaldır.

E: İlk R-Rated(*) filminizi kiminle izlediniz?

D: Düşünmeye çalışıyorum. The Godfather (Baba) bir R idi değil mi? Bir adamın gözünü parçalıyorlar! Bu yüzden bu filmi söyleyeceğim. San Anselmo'da (California) bir sinema vardı. Arkadaşım Scott Urquart, onun ablası sinemanın yöneticisiydi. İnanılmaz bir şeydi! Yan kapıdan girer ve canımız ne istiyorsa izlerdik.

E: Ve hayattan yara alırdınız!

D: Kesinlikle. Babamlar Taxi Driver'i izlememe izin vermedi. Ben de filmi izlemek için sıvışmak zorunda kaldım. The Exorcist'i izlediğimi babamlar 3 hafta uykusuz kaldıktan sonra anladı.
-"Neden uyumuyorsun?"
-"Bilmiyorum, sanki biraz... herşey biraz... garip bu gece. Işıkları açmamız gerektiğini düşünmüyor musunuz?"

E: Peki gençliğinizde, iyi bir okur muydunuz?

D: Hayır. Biliyorum - bu çok kötü. Babanız bir yazar olduğunda okumak hakkında farklı düşünmeye meyillisinizdir. Her nedense, keyifli değildi benim için. Sanırım filmlere gitmek daha kolaydı - hatırlayın, o zamanlar çok harika filmler vardı. Ve bu da babamla beraber yapmayı çok sevdiğimiz bir şeydi.

E: Hangi filmi beraber izlediğinizi hatırlıyorsunuz?

D: Monty Python filmlerine bayılırdım. Hastasıydım. Babamı And Now For Something Completely Different'i izlemek için 45 dakika araba sürmek zorunda bırakmıştım. Filmden sonra söylendi durdu: "Bütün bu skeçler TV'de de var!"
Ama Holy Grail'e bayılmıştı.

E: Kariyerinize en çok kimin etkisi olmuştur?

D: Sanırım Josh Donen(yapımcı) diyeceğim. Bana Dövüş Kulübü'nün kitabını o vermişti ve Panic Room için o teklif getirmişti. Açıkçası biraz şöyle gerçekleşmişti: "Senaryoyu okudum ve sanırım bunu yapmak istemezsin, çünkü olayın tamamı bir evde geçiyor" ve -elbette- birisi bana bir kısıtlamadan dolayı bir şeyi yapmak istemeyeceğimi söylediğinde ben de "Neden? Aslında eğlenceli olabilir; belki de gerçekten birileri bundan bir şeyler çıkartabilir!" diye karşılık veririm. Ayrıca, Zodiac için de bizi o bulmuştu. Yani cevabım Josh ve Ceán(Chaffin, Fincher'in ortağı). Bu ikisi.


E: İlk hangi albümü satın aldığınızı hatırlıyor musunuz?

D: İlk satın aldığım albüm? Biliyor musunuz, Sonsuz Ölüm'ün film müziği olduğuna bahse bile varım, Burt Bacharach'a ait. O olduğunu biliyorum. 8 yaşındaydım. Muhtemelen ilk aldığım odur.

E: O albüm ne zaman işler kötüye gitse dinlenecek bir albüm...

D: O inanılmaz ve işe yaraması gerçekten çok acayip! [Raindrops Keep Falling On My Head'i mırıldanmaya başlıyor] Aman Tanrım! Raindrops Keep Falling On My Head'in çalacağına inanamıyorum! Bob Wagner'le (Fincher'in yönetmen asistanı) benim her zaman tartıştığım bir konudur bu. "Evet, süper film ama artık şu Raindrops Keep Falling On My Head'i geride bırakır mısın?" Evet, tabii ki, ama bilmiyorum neden...

E: George Lucas gençliğinizde sizin yakınınızda yaşıyordu ve siz de Industrial Light & Magic'te görev almıştınız. Lucas'la herhangi bir münasebetiniz oldu mu?

D: Hiç olmadı. O biraz, bilirsiniz, hepimizin olmak arzusuyla yanıp tutuştuğumuz birisiydi: Kendi dünyasını yöneten bir adam.

E: Rolling Stone için bir klip yapmıştın. Onlarla çalışırken gergin miydin?

D: Bu gerçek bir hikaye. Sanırım konserlerine ilk gittiğimde, 10 yaşımdaydım. Şarkılarını çok sevmiştim ve 'Love Is Strong' için bir klip yapacaktım. Biraz eğlenceli olacağını düşünmüştüm, kirli küçük Stones'lar. Bilirsiniz, bir hediye kutusundan çıkıp gelecek gibidir. "Evet! Bu bir Stones şarkısı!" gibi. Bu yüzden anlaştım ve 5 dakikalık bir klip yapıp işimi bitirdim, Mick'le bir konuşmadan ve Vancouver'a ulaşamadığımdan menejerleriyle bir kaç konuşmadan sonra.

E: Ne turnesindelerdi?

D: Evet. Sonra bir hafta boyunca üçüncü ağızdan söylentilerin işkencesine maruz kalmıştım, "Şunu beğenmemişler, bunu beğenmemişler, şöyle yapsan olur muydu, böyle yapsan olur muydu?" Ben de "Hey, adamım, ben size nasıl müzik yapacağınızı söylemiyorum, bırakın da klibimi nasıl biliyorsam öyle hazırlayayım..." dedim. Onlara ulaşmak için çok hiyerarşik tabakalardan geçmek gerekiyordu. Sonra biraz usanmaya başladım ve şu telefonu aldım: "Hey, aşağıya gelip provada onlarla görüşmeli ve yürürlerken son bir kez daha çekmelisin". Biraz kafam atmıştı. Ve tam gitmek üzereyken, "Biliyor musun? S.ktir et! Ne yapmak istediğinizi bu kadar biliyorsanız kendiniz devam edin!" diye düşünmeye başladım. Gerçekten usanmıştım. Sonra kayıtları toplamak için arenadaydım ve birden '(I can't Get No) Satisfaction'u duymaya başladım. Bütün titrememi almıştı! Birdenbire değiştim, "Ben bu yüzden buradayım! Neden burda olduğumu tamamen unutmuşum, bu saçmalıkları neden bir araya getirdiğimi tamamen unutmuşum: /bu/nun için!" Ve herkese haykırmak istediğim onca şey birden eridi gitti [kahkahalar]. Ne harika, ne şanslı bi adamım ben?

E: Çalışmasını izlemekten keyif aldığın başka yönetmenler kimler?

D: Ah, hmm... Bilmiyorum. Steven Spielberg'in çalışmasını izledim. Çok etkileyiciydi. Martin Scorsese'yi izledim - çok ilginçti. Sanki düzenleme odasını(editing room) besliyor gibiydi. Hiç bir şeyi yerde bırakmıyor, hepsini topluyor... Çok fazla film setinde bulunmadım. Arkadaşlarımın setlerinde bulundum. Ki bu da tabii ki çok acı verici oluyor çünkü orda oturuyorsunuz ve başlıyorlar, "Bir B kamerası ver, izin ver yardım ediyim", çünkü onları saçlarını yolarken görüyorsunuz, "Zamanım yok! Bunu çekemem, şunu çekemem!"

E: Spike Jonze ya da Steven Soderbergh gibi adamlar...

D: Evet, ya da Mark [Romanek, One Hour Photo'nun yönetmeni]. Steven çok fazla değil, çünkü çok sessiz çalışır. İnanılmaz bir set yönetimi vardır. Kendisi için oluşturduğu dünya ve o dünyanın işleyişi çok etkileyici.


E: 'The Curious Case Of Bejamin Button' filmini yaparken öğrendiğin en önemli şey neydi?

D: Oh, bilmiyorum! Ne öğrendiğimi bilmiyorum. Ama filmden memnunum. Filmlerinizden memnun olmak çok güzel. Çorapları at gübresiyle dolu insanlarla aynı çizgide olmak acı verici, filmini sevmeyen, sadece filme zarar vermek, onu acımasızca eleştirmek isteyenlerle. Bu çizgide olmak isteyen biri olmayı istemezsin, kendi filmini keni ellerinle parçalamayı!

E: Ne tür müzik sizi derinden etkiler?

D: Beatles coşkusuna biraz geri döndüm, nedendir bilmiyorum. Garip olansa 4 yaşındayken, ve büyümeye devam ederken biraz şöylesindir, "Oh, bu güzel bir şarkı ve bunu sevdim..." Sonraki yılsa bir başkası çıkar ve sonra 6 ayda bir yeni albüm çıkar. Şimdi orta yaşlardayım ve 27 yaşımdayken yaptıklarıma bakıyorum, ki çok berbattı, sonra Beatles'a bakıyorum ve diyorum ki, "Adamların bütün kariyeri 7 yıl sürmüştü!"

E: Dur biraz, Seven'ı 25 yaşındayken falan yapmadın mı?

D: Hayır, hayır, en az 30 yaşımdaydım! Bu hala acı verici. (Kahkahalar) Bir arkadaşım şöyle demeyi çok sever: "Hatırla, Mozart senin yaşındayken, 12 yıldır ölüydü!"

(*) R-Rated: 18 yaş sınırı olan filmler.


*********

İlgili Post: The Curious Case Of Benjamin Button

1 Yorum - Yorum Yaz:

Adsız dedi ki...

Eline sağlık, güzel çeviri olmuş. Sinema-Empire farkını anlamak için kendilerini nasıl tanımladıklarına bakmak yeterli. Sinema "popüler sinema dergisi" der kendisine, Empire "dünyanın en iyi sinema dergisi" der. Evet belki Empire'ınki biraz iddialı ama, doğru.